23 Kasım 2009 Pazartesi

Gringa'dan haberler!!!

Geleli tam iki hafta oldu, 3. haftaya girdim. Aynı şehirde olduğum için yeni bir şeyler yazmadım ama özet geçip neler olup bitiyor dünyanın bu ucunda sizlerle paylaşmak istiyorum. Evet artık buraya alıştım denebilir, bir şok geçirdiğimi itiraf etmeliyim çünkü daha önce ziyaret ettiğim hiç bir ülkeye benzemiyor. Yükseklik ve aradaki zaman farkından dolayı oluşan yorgunluk hastalığını üzerimden atmam neredeyse 1 hafta sürdü zaten….. Buraya kadar olan kısmı biliyorsunuz….. Sonra neler oldu……… Hımmmmmmmmmm…… Erkan’ın sözünü dinleyip her gün küçük küçük notlar almam gerekiyormuş gerçekten… bundan sonra söz Erkan’cım öyle yapacağım, hatırlamak da biraz zorlanıyorum, ne ne zaman olmuştu diye….
En önemli konum devamlı tetikte olma durumum ve bu çok yorucu, tehdit altında olmak duygusunu daha önce hiç bu kadar yakından ensemde hissetmemiştim…. Benim gibi dışarıdan gelenlere “Gringo/a” diyorlar ve gringa olmak pek de kolay değil, dinlediğim hikayelerden birinin başıma gelmemesi için çabalıyorum …..4.900 metre yüksekliğindeki Pinchincha dağı eteklerinde kurulmuş bir şehir Quito. Tertemiz havası ve az nüfusu var; bir de üstüne üstlük bir dağın eteklerinde olmak çok zevkli, her kafamı kaldırdığımda karlı zirvesini görmekten büyük zevk alıyorum……
Şehri keşif için halk otobüslerine binip kaybolmak gibi lükslerim olamadı burada onun yerine birileri bir yerlere gidiyorsa onlarla takılıyorum…..
Geçen pazar Panamalı bir gezginle “Mitad Del Mundo” ya – Başlangıç Paraleli’ne gittik. 300 metrelik yanlış bir hesaplama ile 18.yüzyılda dikilmiş olan anıtı gezdim ve sonrasında da bir de doğru hesaplama ile paralelin geçtiği yere bir müze yapılmış, orayı ziyaret ettim. Buraya yolu düşünlere bu müzeye gitmelerini tavsiye ederim. Aynı anda hem güney hem de kuzey yarım küre çizgisi üzerinde yürüdüm, vücudumun yarısı güney yarım kürede yarısı kuzey yarım kürede, süper!
Quito’da, eski şehir ve yeni şehir olmak üzere 2 ayrı yerleşim yeri var. Ben yeni şehirde kalıyorum fakat 3 kere UNESCO tarafından koruma altına alınan eski şehre gittim. Eski şehrin dar sokaklarında, birincisinde Maryvel’in gözetimi altında kayboldum… Bir diğerinde ise 1 Kanadalı ve 1 İrlandalı ile başka yerlerini gezdim. Tarihi binaları, katolik kiliseleri ve şirin ufak kafeleri ile Quito’nun en güzel yeri. Bir de kaldığım hostelden birileri ile, kız kıza; eski şehri gece ışıkları içinde seyretmek için güzel bir restauranta yemeğe gittik ve malum konumuz erkekleri çekiştirdik...
Geçtiğimiz cumartesi günü ise buraya 2 saatlik uzaklıkta ve de Keçhua yerlilerinin kurduğu pazarı ile ünlü olan Otovalo’ya gittim. İçim gitti pazarda satılan şeyleri görünce… Maalesef çantamda hiç yer yok ve de yolum uzun, o yüzden hiç bir şey almadım ama içim gitti hepsine…. Oturdum bir köşeye ve muhabbet etmeye çalıştım satıcılarla, var olan ya da henüz olmayan İspanyolcam ile….. Bu kadar renkli pazarı bir de Luang Parabang’da görmüştüm…. Bu da en az onun kadar mükemmel…… Belki buradan gitmeden bir kere daha giderim pazara…. Ne de olsa sadece 2 saatlik uzaklıkta….. Bir grupla gittiğim için bir sürü fotoğraf da çekebildim, o yüzden çok sevinçliyim…….. 2 saat olan dönüş yolu maalesef Hristiyan hacıların 10 saatlik bir yürüyüş yaparak varmaya çalıştıkları kilise nedeni ile 6 saatte çıktı…
Pazar günü ise sevgili arkadaşım Emel sayesinde tanıştığım Nancy ile buluştum ve ısrarla beni evine davet etmesi üzerine Quito’dan ayrılıncaya kadar onun evinde kalmaya karar verdim….. Benim için de çok iyi olacak çünkü hem daha çok İspanyolca pratik yapma şansını yakalayacağım hem de Nancy ve ailesini yakından tanıma ve birlikte vakit geçirme şansını yakalayacağım….Şimdilik bu kadar….

Otavalo Pazarı











Otovalo Pazarı ve ilk lama :)
















Old town at night!!!











Old Town, Mitad Del Mundo




15 Kasım 2009 Pazar

Geçmiş günü beyhude yere yad etme

Geçmiş günü beyhude yere yad etme,
Bir gelmemiş an için feryat etme,
Geçmiş gelecek masal bunlar hep
Eğlenmene bak ömrünü berbat etme.
Niceler geldi, neler istediler,
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler.
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de senin gibiydiler.
Dünyada ne var kendine dert eyleyecek?
Bir gün gelecek can bedenden gidecek
Zümrüt çayır üstünde, sefa sür iki gün...
Zira senin üstünde de otlar bitecek

Ömer Hayyam

13 Kasım 2009 Cuma

İlk izlenimler!!!

Uzun bir süredir hayalini kurduğum Güney Amerika seyahatime, Kasım’ın 10’unda Ekvator’dan başladım. Marketten aldığım muzların üzerindeki Ekvator etiketlerini çıkarırken hiç aklıma gelmemişti, bir gün kalkıp bu muz cennetine geleceğim. Yani evet her zaman And Dağları’nın süslediği bu kıtayı ziyaret etmek, gezmek, koklamak, insanları ile tanışmak hayallerimi süslemiş olsa da, Ekvator’ a geleceğimi yine de düşünmemiştim. Şu anda başkent Quito’dayım ve Aralık’ın 15’ine kadar burada kalacağım. İlk iki gün bir şey yazamadım çünkü hem saat farkından dolayı biraz zorlandım, hem de 2.850 metre yükseklikde olan bu şehirde yorgunluk ve baş ağrısı gibi etkileri olan yükseklik hastalığına yakalandım. Biraz yavaş hareket edip alışmaya çalışıyorum. İlk günlerimi İspanyolca öğreneceğim okulu ayarlamaya ve uzun süreli kalabileceğim bir yer bulmaya ayırdım.

Havaalanında karmaşık bağlantılar sonucunda daha önceden tanışmış olduğum Ekvatorlu Maryvel karşıladı beni. Onun tavsiyesi üzerine Backpacker’s Inn isminde bir hostelde kalıyorum. İsveçreli Yoli’nin ve yakışıklı Ekvatorlu sevgilisi Bryan’ın işlettiği bir hostel burası ve Cumartesi gününe kadar da burada kalacağım. Daha sonra ise eğer odayı beğenirsem ve koşullarda anlaşabilirsek; Ekvatorlu ve İsveçli bir çiftle kalıp evlerini paylaşacağım.

Hostel sahibi Yoli her konuda çok yardımcı oluyor…. Hostele ilk geldiğimde her konuğuna yaptığı uyarılarda bulundu. Maalesef yola çıkmadan tahmin edemeyeceğimiz, her ülkeye özgü olan ve o ülkede bulunmadan bilemeyeceğimiz şeyler. Umarım bu blog Ekvator’a gelmeyi düşünenlere bu konuda bir rehber olur.… Saat 18.00’den sonra sokaklarda dolaşmak pek güvenli değil, tabii ki turistlerin takıldığı barlar ve restaurantlar var ve geç saatlere kadar açıklar ama her birinin önünde hem o işletmeye ait korumalar var hem askerler caddede geziyor hem de polisler ortalığı gözetliyor…. Tabii ki bu durumda kendimi daha güvende falan hissetmiyorum ve 2 dakikalık yürüme mesafesine bile taksi ile gitmek durumunda kalıyorum… Kamboçya için de benzer sokak soygunları hikayeleri dinlemiştim ama burada hostellerin iki adet demir kapısı var içeriye girinceye kadar…. Özellikle bu gezi için alınmış olan fotoğraf makinesini ise 2 kere kutusundan çıkarabildim ama her ikisinde de yanımdaki diğer gezginler-turistler hemen panik oldular ve çantama geri koydurdular makineyi… ya kendilerinin yaşadıkları ya da tanık oldukları birkaç hikaye anlattılar…. yani maalesef makinemi kullanabileceğimi zannetmiyorum…. Bir biçimde makineyi Türkiye’ye yollayacağım çünkü taşımanın bir anlamı yok ve yerine bir dijital makine koyana kadar da hem sizleri hem de ileride hatırlamak için kendimi buranın fotoğraflarından mahrum bırakmış olacağım…

Dün Maryvel’in iş yerine gittim hem de yürüyerek, bana tarif etmişti nasıl gidileceğini ve çekemediğim fotoğraflar ve sizlerle paylaşamadığım kareler için üzgünüm…. Biraz turistlerin ve backpacker’ların takıldıkları yerden çıkınca asıl şehrin dokusunu anlamaya başlıyor insan… Birkaç kere aynen Maryvel’i öğrettiği gibi arkamı kollayarak yürüdüm. O işini bitirdikten sonra beni buranın yerel pazarına götürdü, bütün o egzotik meyvelerin ve sebzelerin isimleri İspanyolca tek tek öğretti bana, basit cümleler içinde; çok iyi ve misafirperver birisi… Bir çok ortak noktamız var, en yakın zamanda birlikte bir şamana gideceğiz, işin o kısmını ise o deneyimden sonra yazarım sizlere. Zaten O gidecekmiş ben de hiç bu ritüeli kaçırır mıyım? İngilizcesi çok iyi değil ve benim İspanyolca dil sorununu sadece Maryvel’le değil bu kıtada insanlarla anlaşabilmem için bir an evvel çözmem gerekiyor. Tabii biz pazarda bayağı bir oyalandık çünkü ben önündeki güzel sepetlerde meyve ve sebze satmaya çalışan yerel giysileri içindeki köylü kadınların; kıyafetlerini, şapkalarını, yüzlerini ve sırtlarındaki ya da dizlerinin dibindeki güneş yanığı yüzlü çocuklarını seyretmekten kendimi alıkoyamadığım için geç saate kaldık. Dönüşte ise elektrik kesintisinden dolayı her yer karanlıktı ve Maryvel hostelin önünde taksiden inmeme izin vermedi. Sokakta tiplerini beğenmediği kişiler vardı ve O önce telefonla birisini çağırdı hostelden, o kişi dışarı çıktı iki demir kapıyı açarak, ben indim ve birlikte hostele girdik. Amacım kesinlikle sizleri korkutmak değil, zira ben bunları yaşıyor olduğum için geri dönecek değilim, bir çok kişi var aynı koşullar içinde seyahat eden, üstelik makinesini boynundan çaldırmış ya da cebinden cüzdanı yürütülmüş kimseler ama devam ediyorlar ve ben de hayalimi gerçekleştiriyor olmaktan dolayı çok mutluyum ve buranın kurallarına göre devam edeceğim yoluma.

Bugün 3. günüm ve ilk İspanyolca dersine bugün başlayacağım, büyük pazarlıklar ve araştırmalar sonucu saati 4.5 dolara ders ayarladım ve şimdiden zorunda kaldığım için zannedersem daha önceki İspanyolca öğrenme girişimlerinden bir sürü şey hatırlamaya ve kullanmaya başladım.

Hava gündüzleri 20-24 derece arasında değişiyor bayaa sıcak, akşamları ise 6-7 dereceye kadar düşüyor. Yakın zamanda yağmur mevsimi başlayacakmış, hatta geç kalmış ve şu anda her gün olan elektrik kesintisi ise yeterince barajlarında su olmadığı içinmiş. Herkes bir an evvel yağmur yağmasını ümit ediyor böyle devam ederse su problemi de yaşamaya başlayacaklarmış. Küresel ısınma yağmur ormanlarının bir kısmını barındıran Ekvator da bile işte böyle gösteriyor kendisini.

İlk gün bir salsa dersi bile aldım ve makinem ile çekilen yegane fotoğrafı da sizlerle paylaşıyorum. Quito’dan bildirmeye devam edeceğim. Sevgilerle!!!

10 Kasım 2009 Salı

Yavaş yavaş ölürler

Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile
girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
görmek istemekten kaçınanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına
çıkmamış olanlar

Pablo Neruda