26 Ocak 2010 Salı

Cennet Kolombiya


Kolombiya’ya geldiğimden beri ‘Burası cennet, ben cennete gelmiş olmalıyım!!!’ demekten kendimi alıkoyamıyorum. Bu güzel ülkeyi tanıma ve gezme şansını yakaladığım içinde kendimi çok şanslı hissediyorum. ‘Kolombiya’ya gideceğim.’ dediğimde bir çok kişiden yeniden düşünmem konusunda öğütler almıştım; Ekvator’da tanıştığım gezginler ise gitmem konusunda beni cesaretlendirmişlerdi. Eskisi kadar tehlikeli değil Kolombiya, gerillanın hala aktif olduğu bazı bölgeler var ve o bölgeleri gezi güzergahından çıkararak bu tehlike en aza indirgenmiş oluyor. Kolombiyalılar da ülkelerinin sahip olduğu bu kötü imajdan çok rahatsızlar ve daha çok turistin gelip ülkelerini ziyaret etmesini istiyorlar. Turistik şehirlerde her köşe başında bir polis nöbet tutuyor, hırsızlık ve gasp olayını önleyebilmek adına. İnsanlar çok cana yakın ve yolda her yanımdan geçen kişi mutlaka selam veriyor, hemen nereli olduğumu soruyor ve bizim ülkemize transfer olmuş futbolcularından konuyu açıp bilip bilmediğimi soruyorlar. Futbolu sevmediğimi, o yüzden de tanımadığımı söylediğimde ise sanki böyle bir şey olamazmış gibi hayretler içerisinde kalıyorlar. Burada da Ekvator’da olduğu gibi futbol yaşamın bir parçası, müzik ve dansın olduğu kadar. Hitap şekilleri ise hep reina (prenses), mi amor (aşkım) ya da mi vida (hayatım) oluyor. Polise yol tarifi sorduğumda bile cümle şekli ‘mi amor’ ile başlıyor ve ben yüzümdeki tebessümü gizlemekte zorlanıyorum.
Tierrandentro’dan ayrıldıktan sonra bir dağ kasabası olan Salento’ya gittim, sabah 6.00’da yoldaydım ve Salento’ya vardığımda gece 22.00 olmuştu. Şu anda kaç otobüs değiştirdiğimi hatırlamıyorum, Noel Bayramı nedeniyle ikiye katlanmış olan fiyatları biraz aşağıya çekebilmek için yaptığım pazarlıkları ise gülümseyerek anımsıyorum şimdi. Şehrin 138. kuruluş yıldönümü kutlamalarına denk gelmiştim ve bu yüzden kalmak istediğim hostelde yer yoktu, aslında hiçbir yerde kalacak yer yoktu; ben de bu yüzden bir hostelin hamağında geçirdim Salento’daki ilk gecemi. Daha sonra zor da olsa bir yer ayarlayabildim kendime. Kutlamalar, şehre geldiğimde yeni başlamıştı ve şehrin büyük meydanında kurulmuş olan stantlarda yöresel yiyecekler satılıyor, büyük bir sahnede konserler veriliyor, her barın önünde farklı Latin müzikleri çalıyor ve danslar ediliyordu. Şimdiye kadar gezdiğim hiç bir ülkede, müzikle ve dansla bu kadar iç içe yaşayan insanlar görmedim. Bir hafta süren kutlamanın 5 gününe şahit oldum ve sabaha kadar Latin dansları yaparak yıldönümü kutlayan insanların arasına karıştım, onlarla dans ettim, yemeklerini yedim. Salento kahve üretiminin yapıldığı bahçelerle çevrili, yemyeşil dağların arasında kurulmuş, rengarenk tek katlı evlerin olduğu; 2 gün kalmayı planladığım ama doğal güzelliklerine hayran olup ayrılamadığım bir yer oldu.

Salento’yu benim için bu kadar özel kılan ise bu küçük kasabaya yarım saatlik bir cip yolculuğu ile ulaşılabilen ‘Valle de Cocora’ – burası dünyanın en uzun palmiyelerinin (Kolombiya’nın ulusal ağacı) olduğu kartpostalda yürüyormuş hissi uyandıran, masalsı bir vadi ve uzun yürüyüş parkurlarının olduğu bir doğa harikası. Gündüzleri uzun yürüyüşler yapıp, akşamları kutlamalara katılıp bol bol salsa yapıp dinlendiğim ve şu an bile acaba geri dönüp bir kaç gün daha mı kalsam dediğim bir yer.

Salento’dan sonra gitmeyi planladığım yerde boğa güreşleri ve dolayısıyla festival olduğu için yer bulmanın çok zor olacağı söylendi. Ben de bir hayvanın ölümünü izlerken keyif almanın aptalca bir eğlence biçimi olduğunu düşündüğüm ve bu eğlence biçimine kesinlikle son verilmesine inandığımdan dolayı; burayı atlayıp bir sonraki şehre yani Medellin’e gittim. Birden bire dağ havasından Medellin’in nemli ve sıcak iklimi çarptı beni. Çok modern bir şehir, gökdelenlerin olduğu ama aynı zamanda bu modernliğin ve zenginliğin içerisinde gecekondu mahallelerinde bir o kadar da fakirliğin yaşandığı, bol silikonlu bir çok hatunun caddelerde boy gösterdiği Kolombiya’nın 2. büyük şehri. Ayrıca büyük uyuşturucu imparatoru Pablo Emilio Escobar Gaviria'nın imparatorluğunu yaydığı yer. Televizyonda haberleri seyretmek korkutuyor beni, her ne kadar dili çok iyi anlamasam da sokaklarda anladığım kadarıyla hala uyuşturucu ticareti ve çeteler savaşı devam ediyor. Medellin’in gece hayatı çok renkli ve özellikle hafta sonları Kolombiyalılar buraya eğlenmeye geliyorlar, diğer şehirlerden farklı olarak burada daha çok tekno müziğin çaldığı klüpler var. Maalesef Medellin’in güzel katedrallerinin fotoğraflarını çekemedim güvenlik problemlerinden dolayı ama Medellin’e yakın mesafelerdeki iki güzel kasabaya gittik hostelden tanıştığım gezginlerle ve gönül rahatlığıyla hiç sıkıntı çekmeden bol bol fotoğraf çektim buralarda. Bunlardan ilki 2 saat uzaklıktaki Guatepe oldu. Bir çok minik adacığı içinde barındıran gölün kenarında kurulmuş olan bu sevimli kasabanın özelliği ise evlerini rengarenk boyamalarının yanı sıra kültürlerini yansıtan kabartmalarla tek ya da çift katlı evlerinin alt kısımlarını süslemeleri. Ertesi gün ise aynı gezgin grubu biraz daha kalabalıklaştı ve hep beraber 1 saat uzaklıktaki Santa Fe Antioquia’ya gittik. Buradaki mimari de diğer Kolombiya şehirlerinde olduğu gibi çok güzel. Pastel renklerde ya da tamamen beyaza boyanmış, merkezde geniş bir meydanın bulunduğu başka küçük bir kasaba.
Medellin’de tanıştığım Somali doğumlu babasını savaşta kaybetmiş, annesi ve 7 kardeşi ile Hollanda’ya mülteci olarak göçmüş olan Fardusa ile birlikte yolculuk etmeye karar verdik. 6 ay Bolivya’ya bulunmuş, hem dil öğrenmiş hem de in-turn olarak eğitimine devam etmiş olan bu siyahi güzel ile çok iyi anlaştık. Biraz dinlenmek için rehber kitapta olmayan ama yerel halkın gitmemizi tavsiye ettiği, Karayip kıyısında Arboletes isminde küçük bir yerleşim yerine gidip, sessiz sakin dinlenmelik birkaç gün geçirmeye karar verdik. 2 günü denizi seyrederek, hamakta uyuyarak, volkanik çamurda vücudumuza güzellik maskesi yaparak geçirdik. Buranın tek eksiği turkuaz denizdi, mevsim dolayısıyla çok büyük dalgalar vardı ve yüzmek tehlikeli idi. Bu yüzden daha fazla kalmadık çünkü ikimiz de turkuaz renginde durgun bir deniz hayalini kuruyorduk ve Cartagena’ya gitmeye karar verdik. Burası zaten benim güzergahımda olan Kolombiya’nın incilerinden bir tanesi. Eski ve yeni olmak üzere ikiye ayrılmış şehir, eski şehir bir kalenin içerisinde gizli. Eski şehrin birbirinden farklı dekore edilmiş kafeler ve restoranları ile kaplı sokaklarında kaybolmak, her köşe başında müzik yapanları dinlemek, dans gösterilerini seyretmek bir keyif. Özellikle akşamları ışıklandırma ile oldukça romantik hale gelen bu yerde kolayca bir hafta geçirilir, tek sorun çok ama çok sıcak olması ve plajlarının çok kalabalık olması idi.
Hayalini kurduğumuz denize ulaşbilmek için Cartagena yakınlarındaki Playa Blanca’ya gitmeye karar verdik. Burada bembeyaz kumsal devlet tarafından koruma altında bu yüzden hostel yok Beyaz Plaj’da. Ya hamakta uyuyacaksınız ya da çadır kuracaksınız, beraber 10 dolarlık bir çadır alıp, yiyecek stoğumuzu da temin edip; sırt çantalarımızı ve değerli eşyalarımızı Cartagena’daki hostelin temin ettiği kilitli dolaplara koyup yola düştük yeniden ve otobüs, kano ve 45 dakikalık cip yolculuğu yaparak Playa de Blanca’ya ulaştık. Gerçekten de hayalini kurduğumuz kumsala, mercanlarla dolu turkuaz ve durgun denize ulaştık ve çok keyifli 3 günlük bir kamp yaptık Fardusa ile. Bir çok Arjantinli gezginle tanıştık burada, onlara özgü bir şey mi bilmem ama şimdiye kadar tanıştığım tüm Arjantinliler sanki sirkte doğmuş ve büyümüşçesine bir çok hünere sahipler. İp üstünde yürüyenler, top çevirenler, ateş dansı yapanlar kumsalı eğlenceli hale getiriyorlar. Akşamları kumsalda onlara katılıp; gitar dinleyip, gündüz bol bol yüzüp mercanları seyrettik. Cartagena’ya dönüp biraz daha eski şehirde vakit geçirdik. Şu anda Taganga isminde ülkenin yine Karayip kıyısında ama daha kuzeyde başka küçük bir yerleşim yerindeyiz. Hostelde değil de iki kardeşin deniz manzaralı, hamaklı çok sevimli evlerinde kalıyoruz. Kendimize ait mutfağımız bile var ve yemeğimiz kendimiz yapıyoruz, üstelik hostelden de çok daha ucuza kalıyoruz. Uzun süre seyahat etmenin güzel yanlarından birisi de tanışmış olduğunuz gezginlerle yeniden başka bir yerde karşılaşmak. Burada Playa Blanca’dan tanışıp, muhabbet ettiğimiz Arjantinli grup ile karşılaştık ve bir akşam onların evinde bir akşam bizim evde yemek yiyoruz. Hatta hep beraber bir yoga seansı bile yaptık, terasta denize karşı.
Şu anda hem Panama’ya çok yakınım hem de Venezüella’ya ve acaba bir kargo gemisine binip Panamaya’mı geçsem yoksa Chavez’e selam mı versem diye düşünmekteyim. Gerçi daha gitmek istediğim yerler de var burada, oraları görmeden ayrılmam buradan. Ne yapsam acaba? Bir de ben hep böyle gezsem hiç durmasam, var mı bunun bir yolu acaba????? Sevgiler karlı İstanbul’a buralardan.



2 yorum:

  1. Gülcanım,

    Yeni bir yaşına girdiğin ve çok uzaklarda olmana rağmen gönlümüzde en yaknımızda olduğun bu güzel gününde sana cennet Kolombiyada mutlu bir doğum günü ve yeni yaşında hep böyle cennetlerin içinde varolma şansını devam ettirmeni diliyorum.

    İyi ki doğdun, iyi ki varsın ve çok seviliyorsun...

    Yalkın

    YanıtlaSil
  2. Merhaba Sevgili Gülcan,
    Müthiş yolculuğunu büyük bir keyifle izliyoruz. İvan Panama'da bulundu ve sana 2 yer tavsiye ediyor:
    1) San Blas takım adaları (bakir bir alan ,turimin dokunmadığı)Güney Panama Karayip
    2)Bocas dal Toro (takım adalar,<Kuzey karayip Panama)
    Seni seviyoruz
    Hümeyra,İvan,Aila

    YanıtlaSil