8 Ocak 2010 Cuma

Feliz Nuevo Año


Amazon macerasından sonra yol arkadaşım Alejandro ile birlikte 12 saatlik bir yolculuktan sonra 2530 metre yükseklikteki güzel şehir Cuenca’ya geldik. Burası ülkenin 3. büyük şehri ve Unesco tarafından ‘dünya mirası’ ilan edilmiş. 1557 yılında İspanyollar tarafından kurulmuş olan şehre kolonyal mimari hakim. Öncesinde ise bu bölgede Canari yerlileri yaşıyormuş daha sonra ise 15. yüzyılda İnka Tupac yerlileri bölgeyi ele geçirmişler. Maalesef İspanyollar Cuenca’yı inşa ederlerken İnka kalıntılarını tahrip edip buradan aldıkları taşlarla kurmuşlar bu kolonyal şehri. Görkemli ve heybetli kiliseler şehre hakim. San Francisco meydanında ise her Ekvator şehrinde olduğu gibi rengarenk el işçiliği ile bezeli bir pazar kurulu. Başkent Quito ile karşılaştırdığımda burası daha görkemli, düzenli, renkli ve güvenli bir yer.
25 Aralık bildiğiniz gibi Hıristiyanlar için Noel Bayramı ve Ekvator’da bu bayram büyük geçit törenleriyle kutlanıyor. Bu geçit törenleri günler öncesinden başlıyor ve 25 Aralık ve sonrasında da devam ediyor. Cuenca’da, kolonyal mimarinin yanı sıra beni en çok etkileyen şey bu geçit törenini izleme olanağı yakalamam oldu. Daha önce gittiğim şehirlerde de bu geçit törenlerini izledim ama en görkemlisi burada idi. İncil’de yer alan karakterler kılığına girmiş olan küçüğünden yaşlısına bir çok kişi önümden geçerken, ben de onlarla birlikte yürüyüşe katıldım ve şehri baştan aşağıya onlarla birlikte yürüdüm. Bir sonraki durak ise Cuenca’nın kuzeyinde Ekvator’un en iyi korunan İnka harabelerinden biri olan 3230 metredeki Ingapirca antik kenti oldu. Kalıntıların içinde en göz kamaştırıcı olanı Güneş Tapınağı idi. Bütün bir günü burada, bu kalıntıların arasında geçirdik; günün en güzel anları ise otlayan lamaları seyretmek ve fotoğraflamak, kalıntıların arasında gezinirken sessizliği dinlemek, rüzgarın uğultusunda geçmişin seslerini duymaya çalışmak oldu. Cuenca şehri; mimarisi, müzeleri, geçit töreni ile birlikte belleğimde yerini aldı. Yılbaşı yaklaştığı için Ekvator’un batısındaki kumsalları keşfetme planımı iptal ettim çünkü çok kalabalık olacağı ve yer bulmanın problem olacağı şekilde öğütler aldığımız için daha az rağbet görecek bir yere doğru çevirdik rotamızı Alejandro ile birlikte.
Riobamba’da başka bir geçit töreni bizi karşıladı, rengarenk giysileri içindeki halk önümüzden geçerken yerel halkın çeşitliliğini görme fırsatını yakalamış olduk. Cuenca’daki törenden farkı ise burada her yerel topluluğu temsil eden grupların kendi danslarını yaparak önümüzden geçmeleri idi. Ertesi gün ise şehrin pazarı kurulmuş bizi bekliyordu. Gittiğim her şehirde bir pazara denk geliyor olmak benim şansım olsa gerek ve umarım böyle devam eder. Riobamba, Chimborazo eyaletinin başkenti ve 6310 metre yükseklikteki ülkenin en yüksek volkanik dağı olan Chimborazo’ya ulaşmak için başkent Quito’dan sonraki seçeneklerden biri. Buraya kadar gelmişken ve Chimborazo’ya bu kadar yakınken bu heybetli dağı ziyaret etmeden olmazdı. Dağ bisikleti yapan kişilerin arkasına takılıp - neredeyse büyük bir çılgınlık yaparak ben de onlarla birlikte 6310 metreden aşağıya inmeye çalışacaktım ama demek ki henüz o kadar aklımı kaybetmedim – çok güzel dağ manzaralarının içinden geçerek, bisikletleri takip eden bir cipin içinde vicunyaları (lamaya benzeyen And Dağları’nda yaşayan sevimli ve meraklı hayvanlar),lamaları, alpakaları seyrederek ve köylülerin inanılmaz yaşantılarına tanıklık ederek güzel bir gün geçirdim. Alejandro ile yollarımızı burada ayırdık, O iki günlük dağ tırmanışı yapmaya giderken; ben de rotamı Kolombiya’ya doğru çevirdim. Yılbaşına daha önce hiç bulunmadığım bir ülkede girmek istiyordum hatta mümkünse küçük bir şehirde.
Önce başkent Quito’ya gittim, oradan sınır kenti Tulcan’a. Veda vakti gelmişti Ekvator’a, tam 2 ay kaldım, bunun 3 haftası İspanyolca dersleri için başkent Quito’da geçti ve günlük temel ihtiyaçları karşılayabileceğim kadar İspanyolca öğrendim. Güvenlik probleminin hat safhada olduğu ve gidenlerin mutlaka çok dikkat etmesi gereken başkent Quito, sıcak su termalleri ile ünlü Banos ve Papallacta, yerli halklardan biri olan Kechua yerlilerin kurduğu ve ülkenin en büyük pazarına ev sahipliği yapan Otavalo, Latacunga ve yakınındaki Cotopaxi dağı, muhteşem Quilitoa krateri, dünyanın en yüksek aktif yanardağı Chimborazo ve ona en yakın yerleşim yeri olan Riobamba şehri, Amazon Bölgesi’ndeki Limoncocha, Tena, Puyo, Coca; muhteşem mimarisi ve şapka yapımıyla ünlü Cuenca, İnka kalıntılarının olduğu Ingapirca bu ülkede gezebildiğim yerler oldu. Darwin’in evrim araştırmalarını yaptığı Galapagos Adaları’nı ise başka bir geziye bırakmak zorunda kaldım, maalesef bütçeme uygun değildi.
Bana göre tek çeşit muz vardı buraya gelinceye kadar. Patates ve mısır için de aynı şeyi söylemem lazım. Ne kadar çok muz, patates ve mısır çeşidi varmış; ve her biriyle yapılan çok lezzetli atıştırmalıklar ve yemekler sayesinde yeni tatlarla tanıştım.
Ülke içinde hep otobüsle seyahat ettim ve And Dağları’nın eteklerinde ilerlerken manzaram ya muz ve kakao bahçeleri ya da çiçek yetiştirilen tarlalar oldu. Dağlık ve ormanlık bölgede yaşayan yerliler, giyim tarzları ve zor yaşam şartlarına rağmen dimdik ayakta durmaları ile belleğimde yerlerini aldılar. Ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan ‘mestizo’ların salsa yapışlarına hayranlıkla ve büyük bir zevkle izledim. Beyaz ırk olan İspanyollarla da tanıştım ve ülkede maddi ve sosyal hakimiyetin onlarda olduğunu öğrendim, üzüldüm durumun böyle olmasına.
Belirtmem gereken başka bir nokta da Brezilya kadar olmasa da burada da Amazonlar’ın tahrip ediliyor olması. Amerikan şirketlerinin bu bölgede yer alan petrol şirketleri var, bu da beni çok üzen yeni bir bilgi buraya dair. Ülkenin solcu lideri Rafael Correa yönetime geldiğinde Amerikan petrol şirketlerinin anlaşmalarını gözden geçireceğini vaad etmiş ama görünen o ki hala alabildiğine büyük bir hızla bu şirketler aktif bir biçimde bu bölgeyi petrol adına tahrip etmeye devam ediyorlar. Ekvator, ünlü kızılderili ressam Oswalda Guayasamin’in de anavatanı ve burada çok seviliyor, her yerde ona ait tablolar var; Quito’da müzesi ve evi mutlaka ziyaret edilmeli. Her ne kadar önceki yazılarımda da güvenlikle ilgili olumsuz şeyler yazmış olsam da doğası ile beni büyüleyen ve kesinlikle görülmesi, gezilmesi, dokunulması gereken cennet gibi bir yer Ekvator.
Ekvator’a veda edip oldukça kolay bir biçimde hiç bir problem yaşamadan Kolombiya’ya geçtim. Biliyorum gece yolculuk yapmamam gerekiyordu ama her şey bana oldukça güvenli göründü ve Kolombiya’daki ilk günümü gece yolculuğu yaparak geçirdim. Bir çok arama yapıldı yolda, neredeyse her iki saate bir, nedeni ise güney Kolombiya’nın dünyanın en büyük uyuşturucu yatağı olması. Gerillalardan pek bahseden yok, artık daha güvenli olduğunu söylüyor otobüste konuştuğum kimseler. 2009 yılının son gününü Kolombiya’nın en büyük arkeolojik sitesi olan San Agustin’de geçirdim. Terminalden taksiye atlayıp şehre geldiğimde ise gördüğüm manzara karşısında ağzım açık kaldı. Her yılın son gününü bütün şehir birbirine beyaz ve kırmızı pudra atarak kutluyormuş. Sırt çantasıyla şehre yeni gelen bir turist olmak bunu değiştirmedi ve ben de kendi payıma düşeni aldım. Bütün kasaba, yollar, dükkanlar her yer beyaz ve kırmızıya boyanmış, dans eden, içen, sarılan, öpüşen insanlarla dolu capcanlı bir şehir; gülen, koşan, hareket eden bir şehir. Atını barın önüne bağlamış içeride birasını yudumlayan köylüler, motosikletlerin üstünde çocuklar gibi etrafı beyaza ve kırmızıya boyayanlar. Neredeyim ben, bir film çekiliyor ve ben de karakterlerden biri miyim? Bayıldım şehrin enerjisine ve doğru bir karar vermiş olmanın büyük mutluluğu içerisinde yılın son gününü ve yeni yılın ilk gününü uyumayan ve sabaha kadar salsa yapabilen bu şehirde geçirdim. Ertesi gün San Agustin kalıntılarını gezdikten sonra Popayan adlı beyaz şehre geldim. Buranın mimarisi de oldukça etkileyici, beyaz şehir diyorlar buraya çünkü eski şehir sadece beyaza boyanmış alçak binalardan oluşuyor. Şehirde dolanıp turistik bir aktivite yapmadan sadece dinlenerek geçirdim Popayan’daki günümü. Sonraki durak ise Kolombiya’nın ikinci en büyük ve önemli arkeolojik sitesi olan Tierradentro oldu.
Şu ana kadar binmiş olduğum her otobüs mutlaka bir kere arızalandı. Bilmiyorum bu benim şansızlığımdan mı kaynaklanıyor yoksa diğer yolcuların olayı çok rahat karşılamalarına dayanarak soruyorum buraya özgü bir özellik mi? Tierradentro’ya gelmek çok uzun sürdü, Kolombiya And Dağları’nda şehirden uzakta ilerlerken; tarlalarına giden atlı köylülerin yaşamlarına azıcık da olsa dokunabilmek, devamlı arızalanan otobüsü ve inanılmaz kötü durumda olan yolları bile eğlenceli kıldı benim için. Bu da bu işin cilvesi ne de olsa. Bu arkeolojik alanlarda gördüğüm devasal heykellere bakarak insanların hangi koşullarda ve nasıl yaşadıklarını hayal etmeye çalıştım. Yazılı metinlerin olmaması bu medeniyet hakkında bir çok soru işareti barındırıyor bünyesinde. Ben büyük zevk aldım bu kalıntıların arasında dolaşmaktan ve dağ manzaralarını seyretmekten.
Geç de olsa herkese mutlu,sağlıklı, huzurlu ve seyahat dolu bir yıl diliyorum. Ben şimdi pusulamı kuzeye doğru çevirdim ve Salento’ya gidiyorum. Sevgiler ve saygılar efenim…..


5 yorum:

  1. Çiz rotayı, takip ediyoruz:)

    YanıtlaSil
  2. Oh my friend! I can't believe I found you on here! But, I don't speak Turkish!!! You must start writing in English! ;) I'd love to catch up sometime!

    YanıtlaSil
  3. Hola wonder woman,
    Everythink is ok?
    let us know
    bye
    ivan Humeyra aila

    YanıtlaSil
  4. hindistan yollarinin berbatliginda da mi geciyor?

    YanıtlaSil
  5. Hola, donde esta?
    everything is ok?
    ivan

    YanıtlaSil