20 Haziran 2010 Pazar

Kafamda Kırk Tilki Dönüyor

Etrafı yüksek dağ zirveleri ile çevrili, Azul nehri kenarına kurulmuş olan El Bolson’a vardığımda; hava ısısının biraz yükselmesi ile günlerdir azıcık güneş yüzüne hasret olan bedenimin keyfine diyecek yoktu.

Alternatif yaşam tarzını tercih eden, doğayla uyum içinde yaşamı ilke edinmiş, “hippi” olarak adlandırılan, bizim ülkemizde hippilikleri yüzünden aşağılanan, benim gözümde ise bu düzene karşı çıkıp, kendi düzenleri içinde yaşayabilen cesur insanların şehri El Bolson. Kasten değil ama tesadüfen ben de hippi bir ailenin pansiyonunda kaldım. Büyükçe bir bahçenin içine kondurulmuş iki katlı bir ev, banyolar ve mutfak da; bahçe içinde ayrı binalarda idi. Eve gelen sırt çantalılarla oldukça ufak bir ücret karşılığı paylaşıyorlar her şeylerini. Beraber kahvaltı ediliyor, yemek yeniliyor, bulaşıklar beraber yıkanıyor. Yaratıcılıkla döşenmiş çok güzel bir ev, her yerde emekleri var, iç dünyalarını yansıtan rengarenk boyanmış duvarlar ve ilmek ilmek işlenmiş battaniyeler, perdeler, duvar süsleri, yani yine yol yapıyor bana yapacağını ve atıveriyor beni başka bir masal ülkesine.


Ailenin bireyleri büyük anne, baba, anne, iki adet birbirinden cimcime sevimli kız çocuğu, bir at ve onun yavrusu, bir köpek ve bir kediden oluşuyor. Bir bahçede hamakta yatıyorum, sonra yer değiştirip çimlerin üzerine atıyorum kendimi, daha sonra serinlemek için ayaklarımı nehrin suyuyla buluşturuyorum. Gözlerimi kapatıp dua ediyorum; yani daha ne isteyebilirim ki hayattan. Evin sahibesi Juanita geliyor elinde mate ile, ben de iki yudum alıyorum; daha da bir keyifleniyorum, sanki müşteri değilim de bu ailenin bir parçasıyım. “Ata binmek ister misin?” diye soruyor, “İstemez miyim?”, biraz ata binmesini öğretiyor, atla bir bütün oluyorum ve tabii ki dünyalar benim oluyor, çok hoşuma gidiyor.


Düşünmem için bolca zamanım oldu El Bolson’da, sorgulamam için kendimi, özellikle bu minimalist ama zor yaşamı tercih eden mutlu insanlarla tanıştıktan sonra, zaten yolların hep yüzüme yüzüme vurduğu bir gerçek, bir kere daha hatırlattı kendini - “mülkiyet kavramı”. “Maddenin esiri olma ve akabinde daha çok maddeye sahip olmak adına özgürlüklerinden vazgeçme”, “Hayatta ne ile mutlu oluyorsan onu yap, başkalarını mutlu etmek adına kendi mutluluğundan taviz verme”. Resmen birisi, iç sesim bas bas bağırıyordu. Boğuşuyordum bu düşüncelerle, rahat bırakmıyorlardı beni, neydi beni esir olan mülkiyetler? Din? Kültür? Irk? Düşünceler? Bunlar da birer mülkiyet olmalı ki esir almışlardı beni de yıllarca. Ya sahip olmak istediklerim? Ev? Araba? Bankada olmasını arzu ettiğim bir birikim? Nasıl kurtulacaktım ve özgür kılacaktım kendimi, bilmiyorum, işte bu yüzden tanıştığım ve kendini özgür kılan bu ruhlara, saygıyla şapkamı çıkarıp önlerinde eğiliyorum, ben o kadar güçlü müyüm bunu henüz bilmiyorum.


Upuzun rasta saçları ile İtalyan Valemax çıkıp geldi hostele ertesi gün ve daha da renklendi ortam. 6 aydır penguenlerle çalışıyormuş tezi için ve penguen saymaktan sıkılıp biraz tatil yapmaya karar vermiş. Birlikte etraftaki yakın mesafelere günlük yürüyüşler yapıp doğa ve özgürlükler üzerine konuştuk, bir sürü kişiyle tanıştık, matelerine ortak olduk ve güzel sohbetler ettik. Ben kafamda bir sürü tilki ile boğuşarak ayrıldım bu güzel ailenin yanından, yolculuk için yolluk bile hazırlamıştı bu güzel insanlar, o kadar çok kanım ısınmıştı ki ailem kadar sevmiştim, hazırlamış oldukları yolluk bana onların da beni kendilerinden biri gibi sevmiş olduklarını düşündürttü.


Nahuel Huapi Gölü kıyısında kurulmuş olan, San Carlos de Bariloche oldu bir sonra ki ziyaret ettiğim şehir. Hava yeniden soğudu ve Patagonya’ya kış geliyordu, ben kabul etmek istemesem de. Couch Surfing sayesinde bulduğum ev sahibim, beni otobüs terminalinden aldı, aslında Rosario’lu olan Roman burada “yapay zeka” üzerine mastır yapıyor, yani bir öğrenci evinde kaldım, yeniden öğrenci ruhunu hissettim ve ne kadar güzeldi üniversite yılları, bir bir aklımdan geçti.


Oldukça turistik bir şehir, lezzetli çikolataları ile ünlü, tabii burayı bu kadar güzel yapan ne hareketli gece yaşamı ne de çikolataları, buranın en güzel yanı; yakınlarda ki yürüyüş parkurları. Patagonya Bölgesi, nereye giderseniz gidin, doğayla bir bütün olabileceğiniz yürüyüş tutkunlarının çok hoşuna gidecek parkurlarla dolu, Bariloche de bunlardan birisi. Sadece zamanlamaya dikkat edin benim gibi geç kalmayın, maalesef benim gitmek istediğim Cerro Negro, hava artık çok soğuduğu, kar yağmaya başladığı ve yollar kapandığı için ziyaretçileri kabul etmiyordu, bu yüzden gidemedim. Bunu bir işaret, bir uyarı olarak aldım. Patagonya’ya kış gelmişti, soğuk olan hava iyice soğumuş ve iliklerime kadar işliyordu. Ben yine de Bariloche’den ayrılmadan, şansıma güzel ve güneşli bir günde, Roman’ın yol tariflerini takip ederek, halk otobüsüne binerek Cerro Campanario’ya günü birlik bir yürüyüş yaptım. Buradan hem Bariloche’nin güzel manzarasını 1 saatlik bir yürüyüş sonrası çıkmış olduğunuz noktadan seyredebilir hem de en tepede bulunan sevimli minik kafeteryada kahvenizi yudumlarken Llao Llao gölünü zevkle seyredebilirsiniz.


Daha sonra yine Bariloche’den bir günlüğüne Villa La Angostura ismi verilen; sevimli bir yerleşim yerine geldim. Villa La Angostura’da da bir sürü kalacak yer var fakat Bariloche’ye göre daha pahalı, zaten ben Roman’ın öğrenci evinde kaldığım için Bariloche’ye dönmeyi tercih ettim. Villa La Angostura sevimli bir yer olmasının yanı sıra sadece burada yetişen bal rengi ve tarçın rengi gövdeye sahip ağaçların; korunma altına alındığı Los Arrayanes Ulusal Park’ına da ev sahipliği yapıyor. Ben sabah erkenden geldim Villa La Angostora’ya, çantamda göl kenarında yapacağım öğle yemeği ile. Oldukça keyifli bir yürüyüş oldu ve yanlış hatırlamıyorsam yürüyüş 6 saat sürdü, ağaçların bulunduğu sarı cenneti çok beğendim.


Bariloche’den de ayrılma zamanı gelmişti, Roman’ın tavsiyesi üzerine 4 saatlik uzaklıktaki Lacar Gölü kenarındaki San Martin de Los Andes’e vardım. Biraz dinlenmek istiyordum, yorulmuştum durmadan hareket etmekten. Güzel, sessiz bir hostel buldum. Burada tanıştım 20 yaşındaki Fransz Guillaume ile. Brezilya’dan bisikleti ile çıkmıştı yola ve benim kaçtığım kış koşullarında pedal çevirmek üzere Patagonya’ya doğru gidiyordu. İşte şapka çıkarılacak genç, gezgin ve maceracı bir yürek daha. Hem dinlendim hem de ufak da olsa burada da Guillaume ile yürüyüşler yaptık.


Ek bir bilgi; Güney Amerika’da, kıyafetlerinizi yıkatmak için çamaşırhaneye verecekseniz gezileriniz esnasında , hangi ülkede olursa olsun, teslim ettiğiniz kişinin önünde sayın kıyafetleriniz ki benim gibi her çamaşır yıkatmada bir şeyiniz kaybolmasın. Çok yaygın çamaşırhanede kaybolan kıyafetler, özellikle en iyi olanları seçip alıyorlar, siz de benim düştüğüm hataya düşmeyin. En büyük kayıbı burada yaşadığım için paylaşmak istedim sizlerle.


İsrailli İlay ile düştük yollara bu sefer. İstikamet Junin de Los Andes. Lanin Ulusal Parkı’na gittik. İlay yarı Arjantinli ve tüm Arjantinliler gibi eti ve mangal yapmasını çok sevdiği için bol bol lezzetli etlerden alıp buralıların dediği gibi “asado” yapıp devasal dondurmalarından yedik ve muhteşem gün batımlarına tanıklık ettik.


Bir sonraki durak yine Patagonya Göller Bölgesi’deki, Şili’de iken deprem dolayısıyla gidemediğim Pucon olacak. Bir defa daha Şili'ye geçmiş olacağım yani. Görüşmek üzere…


3 yorum:

  1. Hola guapa chambers ,
    how are u?
    where re u?
    everthing here is ok ,
    Carnet from Aila took a good school
    During the holidays we had a good friendship with English family and they told that as a perfect accent has Aila .
    a big hug from all of the aces
    ciao
    Ivan Humeyra Aila

    YanıtlaSil
  2. merhaba
    e hadi ama, günlerdir yeni yazını bekliyoruz. nerelerdesin, hangi derenin, buzulun kıyısındasın, otobüsü kaçırdın mı, kaçırdıysan otostop yaptın mı, yaptıysan nasıl insanlarla karşılaştın, yeni gezginlerle yollar arşınladın mı?
    ve dahi bir çok soru var buralarda cevaplanmayı bekleyen.

    YanıtlaSil
  3. Merhaba...

    hala gezime devam ediyorum hem iç dünyamda hem de bu kıtanın mükemmel doğasında.... hep aklımda ihmal ettiğm bloğum var ama kendimle girdiğim hesaplaşmalar ve kafamda ki tilkiler beni rahat bırakmadığı için bir süre ara verdim, kendimi dinledim...

    yazacak çok şey birikti, kargacık burgacık aldığım notlar bile her defterimi açtığımda bana kötü kötü ve imalı bakıyorlar....

    2 gün içerisinde yeni yazıyı koyacağım... bu kadar tembellik yeter...

    sevgiler :))))

    gülcan

    YanıtlaSil