15 Aralık 2010 Çarşamba

Yıldızlardan Taç Yaptım Kendime

İnsan, köklerinden uzaklaşıp uzun bir süre tek başına kalınca, bir de üzerine kilometrelerce yol yapınca hem de böylesine güzel  bir kültürün ve coğrafyanın içinde ve  böyle muhteşem insanlarla birlikte, başka birisi olabiliyor. Daha güvenli, daha ayakları yere basan, ama bir o kadar da göklerde uçan.  Bunun adı olsa olsa özgürlük olabilir, öyle olsa gerek; her hangi bir dış baskı yok, etki yok, zorlama yok, kendisinden başka sorumlu olduğu kimse yok, tüm yönlendirmeler kendi istekleri doğrultusunda, tamamen bağımsız.

Arjantin’deki son günlerimdi. Kuzey Arjantin’de Iruya isimli şehirde tanıştığım “Artesanos”larla birlikteydim. Yani el emeği ve yaratıcılıkla yapılan ürünleri satarak geçimlerini sağlayan, evleri yollar olmuş üç Arjantinli ile yolculuk yapıyordum bu sefer. Yavi’ye gidecektik, benim planım doğrudan Bolivya’ya geçmekti ama; “bulutların arasında bu yer” dediler, “akşam gün batıp da yıldızlar göz kırpmaya başlayınca, teker teker o yıldızlardan taçlar yapacağız” dediler ve benim de aklımı çeldiler. İstedim ki bu güzel ülkeye, Arjantin’e, şanına yakışır bir şekilde, yıldızlarla dans ederek, bu cesur yol insanları ile vakit geçirerek veda edeyim ve takıldım peşlerine. 

Ekvator’a kadar gitmeyi planlıyorlardı, yavaş yavaş, istedikleri yerlerde mola vererek. Tezgah açıyorlar ve yaptıkları el işlerini sergiliyorlar, akşamları yeni şeyler üretiyorlar ve onları satarak geçimlerini sağlıyorlardı… Ben de onların tezgahlarında duruyor, gelenlere bildiğim kadarıyla İspanyolca ile bilezik, yüzük, kolye satmaya çalışıyordum ve galiba benim kırık İspanyolca’mın yarattığı sempati yüzünden daha çok şey satılıyordu. 

Çıktık yola İruya’dan; madem onlarla yolculuk yapacaktım, kaçış yok onların kurallarına da uyacaktım bu durumda. Otostopla gidelim dediler, alıştım bu otostop olayına zaten, hele bir de bu coğrafyada bu kadar normal bir şeyken neden olmasın? Dört kişiyi alacak araba bulmak zor olduğu için de aramızda mesafe bırakarak, baş parmaklarımıza şans getirmelerini dileyerek, ikişerli grup oluşturarak çıktık yola ve inanmayacaksınız belki ama ilk araba hemen durdu. Gerçi üç araba değiştirmemiz gerekti ama paramız cebimizde kaldı. Yavi’ye vardığımızda, kararlaştırdığımız gibi şehir girişinde diğer arkadaşlarımızı bekledik ve bir saat kadar sonra da onlar geldiler. 

Yavi, Arjantin’in, Bolivya’ya sınır kasabası olan La Quiaca’ya 16 km uzaklıkta ve 3440 metre yüksekliğinde ufak bir kasaba. Yavi’de sizi bekleyen ise havaya hakim olan müthiş bir huzurdur. Arada sırada yoldan geçen kovboyların atlarının asfaltsız yolda çıkardığı nal seslerinden başka duyulan ya rüzgarın uğultusu ya da kuş sesleridir burada.

Kerpiç evlerin içindeki günlük telaşa denk gelirsiniz açık kapılardan, meraklı bakışlarınızı fırlatırsanız avlulardan içeriye ama o günlük koşuşturmalar bile huzurlu bir sessizlik içinde, doğayla uyumlu bir ritm halindedir. Etrafınızı çeviren dağlar ise neredeyse bütün Kuzey Arjantin’de olduğu gibi rengarenktir.  Geceleri ise gökyüzü kucağınıza serer yıldızları, içiniz soğuktan ürperse  de, tırnaklarınız ayazdan morarsa da kalkıp, bu şölenin ortasında kapalı mekanlara girmek ve yıldızlarla randevuyu yarıda bırakmak çok zordur Yavi’de.

Keyifli geçirdiğimiz iki huzurlu günden sonra sınır kasabasına, La Quiaca’ya doğru düştük yola. Planımız Arjantin’den çıkışımızı yapmak, Bolivya’ya geçmek ve Villazon ismindeki kasabadan kalkacak olan trene binmekti. Ben ve benimle birlikte bir süre daha seyahat etmek için, diğer iki kişiden bir süreliğine ayrılacak olan Piru ile planımız Uyuni’ye varmaktı, oradan da dünyanın en büyük tuz çölüne gidecektik.  İki kardeş olan Lucas ve Matias ise trenle devam edecekler ve Oruro’ya kadar çıkacaklardı. Daha sonra onlar Ekvator’da belirledikleri bir yerde buluşacaklardı; hatta belki ben de katılacaktım onlara. 

Yavi’den, Yavi’nin masmavi gökyüzünden ve vadiyi dolduran kuş seslerinden zorla ayrıldık. Her adım atışımda ayaklarım daha da ağırlaşıyordu, çünkü üç aydır seyahat ettiğim Arjantin’den ayrılma vakti gelmişti. Bu ülkeyi çok sevdiğimden dolayı, içime bir hüzün dolmuştu ve yepyeni bilinmeyen bir ülkeye gidiyor olmak da beni teselli etmiyordu. La Quiaca’ya vardığımızda etrafı gezdik birazcık, kızmayın bana ama acılı lama eti yedik hep beraber; çok lezzetli bir et.

La Quiaca sınır kapısında işlemlerimizi yaptırdık ve Bolivya’ya geçtik. Biletlerimizi aldık ve trenimize binerek, dolunayın aydınlattığı And Dağları’nın muhteşem görüntülerini seyretmeye başladık. Arjantin macerası burada bitiyordu ve Bolivya’ya doğru gidiyordum. Geri kalan kısmı bir sonraki yazımda anlatacağım ve bu yazıyı bitirmeden önce biraz Arjantin’den bahsetmek istiyorum.

Arjantin, 2 milyon 795 bin kilometrekarelik yüz ölçümüyle dünyanın en büyük sekizinci ülkesi. Türkiye’nin üç katından  biraz daha büyük bir ülke; oysa nüfusu sadece kırk milyon. Nüfusunun küçük bir kısmını Güney Amerika yerlileri, yüzde doksan yedi gibi büyük bir kısmını ise İspanya ve İtalya’dan göçmüş olanlar oluşturuyor. Yüzde iki oranında Yahudi nüfusu var ve geri kalan nüfusun büyük çoğunluğu Katolik.

Arjantin, en güneydeki Patagonya’dan, en kuzeydeki geniş otlakların bulunduğu Pampalar Bölgesi’ne kadar, birbirinden farklı doğası ve değişen kültürel özellikleri ile çok büyük bir ülke. Lezzetli biftekleri ve şarapları, ateşli tango dansları, futbola olan düşkünlükleri, Gaucho denilen kovboyları, yüzen dev buzuldağları, Buenos Aires’teki 140 metrelik dünyanın en geniş caddesi, geçirmiş olduğu askeri darbeleri - dünyada en çok askeri darbenin yaşandığı ülkelerden biri- ve darbeler esnasında kayıp olan çocuklarını arayan annneleri, ellerinden hiç düşürmedikleri mate çayları, ekonomik krizleri, protesto gösterileri ile hayat, başka bir tonda akıyor Arjantin’de.

Futbol hayatın çok içinde Arjantin’de; Maradona ise duvarlardaki grafitilerde ya da posterlerde karşınıza çıkıyor sık sık. Che Guevera, Arjantinliler için büyük bir onur kaynağı; şapkalarda, tablolarda, duvarlarda, şiirlerde, şarkılarda hep Che var. Arjantin’de bütün üniversitelere rahatça girip çıkabilirsiniz, kütüphanesinden ya da diğer imkanlarından faydalanabilirsiniz; hiçbir polis kontrolü yapılmaz. Che’nin Buenos Aires’te okuduğu Buenos Aires Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin duvarında ise Che’nin resmi vardır ve kimse yırtmaz, üstüne başka bir resim asmaz, o resmi oraya asanları kimse coplamaz.

Hangi Arjantinli ile konuşursanız konuşun, İngiliz yönetiminde olan Falkland Adaları bir yaradır onlar için ve kaybedilmiş olan bu adaların kendilerine ait  olduğunu ve bir gün yeniden alınacağını söylerler. 2001’de yaşadıkları ekonomik krizde IMF’yi sorumlu tutmuşlar ve 54. cumhurbaşkanları olan Nestor Carlos Kirchner IMF’ye olan borçlarını ödeyemeyeceklerini açıklamış, var olan borçların üçte ikisini silmiş ve her şey yolunda giderse, kalan üçte biri ödeyebileceklerini dile getirerek, bir anlamda bizim ülkemiz de dahil bir çok ülkenin yapmaya cesaret edemediği bir biçimde IMF’ye kafa tutmuştur. Ülke ekonomisinde her şey yolunda gitmiş ve Kircher 2006 yılında ülkesinin IMF’ye olan borcunu ödemiştir.

Bu ülke ve insanlarını, bir ara medyada IMF ile gerginliklerin oluştuğu dönemde, lanse edildiği biçimde kanun tanımaz, yağmacı ve saldırgan olarak değil; sıcak kanlı, misafirperver, günü yaşayan ve bizdekine benzer acılar yaşamış ama aydınlık umudunu kaybetmemiş bir ülke ve insanlar olarak anımsayacağımdan emin, sınır kapısından geçiyorum.

Elveda Arjantin ve merhaba Bolivya…

6 yorum:

  1. Etkileyici ve açıklayıcı bir yazı,
    renkli ve macera dolu bir blog,

    ülkelerin kültürel zenginliklerinden çok ekonomik ve siyasi bunalımları tv lerde yer bulduğundan ön yargılı yaklaşıyoruz. Gidip görmeden hatta orada yaşamadan ahkam kesmemeli sanırım...

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim Kirli...

    sevgiler...

    YanıtlaSil
  3. İç dünyanızdan da katarak yazdığınız güzel gezi yazılarını Bolivya'dan sabırsızlıkla bekliyoruz. Yolunuz açık olsun... Selamlar sevgiler
    Faruk

    YanıtlaSil
  4. Teşekkürler,
    Allaha emanet ol
    iyi yolculuklar.

    YanıtlaSil
  5. Sevgili Gülcan tüm yazılarını aç kurt gibi bir solukta okudum... Hayranlıkla, imrenek, özenerek, yürekten kutlayarak... Yazılarında bazen yaşınla ilgili tatlı espriler yapmışsın :) 47 yaşındayım ve son bir yıldır hayatımı sorguluyorum, bir 47 sene daha mı yaşayacağım? diye kendime soruyorum... Niye bu sorgulamayı yıllar önce yapmadım, çarkın düzenin içinde yıllarımı harcadım diyorum... Yapmak istediklerimi yaşadım yazılarını okurken... Ve planlarımı yapmaya başladım daha fazla gecikmemek için... Gürkan'ın sayesinde de 2.5 yıldır kilitli duran bisikletimi özgürlüğüne kavuşturdum :) İkinize de çok şey borçluyum... Evet, bir gün bir yerde yolda buluşmak üzere... Hep böyle harika kalman dileklerimle, SEVGİLER ++++++...

    YanıtlaSil
  6. Teşekkür ederim Jale...

    Hiç bir zaman geç değil aslında. Belki atlar bisikletlerimize birlikte gideriz bir yerlere... Gürkan çizdi zaten rotayı, neden olmasın bir Orta Asya?

    sevgiler....

    YanıtlaSil